Denali’de Kültür Çatışması
Ersun N Kurtulus
Denali’nin kalabalık Batı Sırtı’nı (West Buttress) tırmanıyorduk ve iyi ilerleme kaydetmiştik. Motosiklet Tepesi’ne (Motorcycle Hill) tek yük ve Havza Kampı’na (Basin Camp) çift yük taşıyarak dokuz gün içinde Yüksek Kampa (5200m) ulaşmıştık. Sonra şiddetli rüzgar nedeniyle dört gün boyunca Yüksek Kamp’ta mahsur kaldık. Zirveye çıkacağımız gün son derece yavaş tırmanıyordum. Denali Geçidi’ne giden dik eğimi yavaşça tırmanırken, her on veya on beş adımdan sonra ara veriyor ve nefes alışımı normale döndürmek için (veya nefesimi yakalamak için) buz baltama başımı yaslıyor ve dinleniyordum. Tırmanışımızdaki yavaşlık tırmanış partnerimi gittikçe daha tedirgin ediyordu. Denali Geçidi’ne ulaştıktan sonra, benim önerim üzerine, ipimizi çözerek zirveye birbirimizden bağımsız olarak ve kendi hızımızda gitmeye karar verdik.
“Dur!”
Ekspedisyon tarzı dağcılıkta ilk deneyimimizdi ve galiba bu alanda deneyimsiz dağcıların yaptığı tipik hataları yapıyorduk. Görebildiğim kadarıyla, partnerim Yüksek Kamp’ta sıkıcı bir biçimde beklemenin bir insanın kararlılığını ne kadar zayıflatabileceğini fazla dikkate almamıştı. Duş almayı, nişanlısını ve I-pod’unu -bu sırayla, doğru hatırlıyorsam– özlüyordu ve sürekli geri dönmekten söz ediyordu. Ben ise bu tırmanış için daha çok antrenman yapmış olmalıydım ve şu anda olduğumdan çok daha zinde ve güçlü olmalıydım. Şimdi, düşük irtifada yaptığım tembelliğin cezasını yüksek irtifada çekiyordum. Daha da kötüsü, gıda rasyonlarımızı yanlış hesaplamıştık ve son birkaç gündür günde 500 kaloriden daha azla besleniyorduk. Yüksek Kamp’ta açlık çekiyorduk.
“Dur! Bekle!”
Artık bana bağıran korucuları görmezden gelemedim. Buz baltam ile eğimin azaldığı bir yeri gösterdim ve onları orada bekleyeceğimi ima ettim.
“Hiçbir yere gitmiyorsun. Çok yavaşsın. Muhtemelen Yüksek İrtifa Akciğer Ödemin var. Aşağıya gidiyorsun” diye koruculardan biri emretti.
Sakin bir biçimde, koruculara herhangi bir yüksek irtifa hastalığımın olmadığını anlatmaya çalıştım. Bulunduğum yüksek irtifanın bende yarattığı tek semptom nefes darlığıydı ve bu beni yavaşlatıyordu. Onlara yüksek irtifaya her çıkışımda böyle olduğumu ama bunun hiçbir zaman benim zirve yapıp Yüksek Kamp’a güvenli bir şekilde geri dönmemi asla engellemediğini söyledim. Evet, bu gece saatte 20-30 mil (40-50 km) hızda rüzgar beklediğimiz doğruydu, ancak bu şiddette olan rüzgarlar hoş olmasalar bile tahammül edilebilirlerdi ve nihayetinde bu sadece bir hava tahminiydi. Ayrıca hava kötüleşirse her zaman geri dönebileceğimi söyledim.
Son derece kararlıydılar.
“Yukarda bir arama-kurtarma durumu yaratacaksın. Aşağıya gidiyorsun!” diye koruculardan biri emretti.
Diğeri “buz baltanı şu şekilde yere saplayıp, şu şekilde bir perlonu emniyet kemerine bağlayıp, sonrada vidalı karabina ile perlonu şu şekilde buz baltasına takar mısın” diye talepte bulundu.
Yoğun bir öfke hissettim. Ben dağlara, otoriterlerden, patronumdan, paramı Allah bilir ne için israf etmek için benden gasp eden vergi memurlarından, tek yönlü yolda ters yönde bisiklet sürdüğüm için beni azarlayan polis memurlarından, sosyal görgü kurallarının yarattığı kalıplardan, boğucu entelektüel konformizmden, kısacası toplumumuzda baskıcı ve bunaltıcı olan her şeyden kaçmak için giderim. Ve işte bir dağda yaşı yaşımın yarısını geçmeyen ve bana ne yapmam gerektiğini söyleyen iki genç erkeğin önünde duruyordum…
Koruculardan birine beni aşağıya gönderme yetkisi olup olmadığını sordum. Diğerine ise, 30 derece bile olmayan bir yamaçta buz baltası istasyonuna ihtiyacım olmadığını sert bir biçimde söyledim. Eğer söyleneni yapmazsam para cezası verileceğini ve gelecekte parka girişimin yasaklanabilecegini söylediler – korucunun mırıldandığı sözcük “sanctioned” yani “yaptırıma tabi tutulmak” idi.
Korucuların iyi niyetli olduklarına şüphem yoktu. Karşılaştığım şey büyük olasılıkla bir kültür çatışmasıydı: dağcılığın özgür ruhu ile Denali Milli Park İdaresi bürokrasisi arasında, tırmanılacak bir dağ olarak Denali fikri ile belli kural ve yasalara göre düzenlenmesi gereken turistik bir yer olarak Denali kavramı arasında, devletin koruyucu davranışı ile bireyin özgürlüğü arasındaki bir çatışma.
Daha sonra Taalketna’ya döndükten sonra bu aşırı korumacı tavrın bir doruk noktasına nasıl ulaşabileceğini gösteren bir olay duydum. Benimle korucular arasında geçen bu olaydan sadece birkaç gün sonra Havza Kampı’nda (Basin Camp) korucular bir yamaç paraşütçüsünü “psikolojik dengesi bozuk” ilan etmişler, onu apar topar bağlayıp, bir helikopterle onu dağdan bir akıl hastanesine götürmüşler. İyi niyetler hakkında hiçbir kuşkum yoktu ama öfkemi yine de bastıramıyordum.
Onlara kararlı bir sesle özgür bir birey olarak dağlarda hayatımı tehlikeye atma hakkımın olduğunu söyledim… Hatta bir dağcı olarak dağlarda ölme hakkımın olduğunu vurguladım… Ve eğer cesedim rahatsız edici bir biçimde açıkta ve bir rotaya yakın bir yerde bulunursa, o zaman sigortadan gelen paranın ve Denali Milli Parkı’na ödediğim harçların, cesedimi buzuldaki en yakın yarığa yuvarlamak için gerekli giderleri fazlasıyla karşılayacağını söyledim.
Bir şey diyemediler. Karşı argümanları yoktu.
Bu arada, korucular telsizlerini kullanarak, tırmanış partnerimin dağda daha yüksekte izini bulup geri çağırmışlar. Partnerim döndüğünde oldukça tedirgindi. Yukarı çıkarken bir rehber ona solo tırmanışın yasak olduğunu ve kendisine bin dolar para cezası verilebileceğini söylemiş. Bu ekspedisyon için neredeyse son kuruşunu harcadıktan sonra, büyük miktar para cezası ödemek zorunda kalma düşüncesi, doğal olarak partnerime taşıyabileceğinden çok daha ağır bir psikolojik yük olmuştu. Ona, bu bilginin doğru olup olmadığını koruculara sorarak kontrol etmesini önerdim ve eğer doğru değilse, zirveye solo tırmanmasını söyledim – nihayetinde tırmanış partnerim zirveye solo tırmandı.
Moralim bozulmuş bir halde ama önümüzdeki birkaç gün içinde yeniden bir zirve girişimi yapma umuduyla bu tırmanışın en zor ve en tehlikeli yeri olan Denali Geçidi’nden yavaş yavaş aşağıya inmeye başladım. Korucular tekrar karşıma çıktılar ve benden onlara iple bağlanmamı istediler. Kibarca reddettim. Tanımadığım insanlarla ipe girmem. Zirveye ulaşma olanağımı elimden almışlardı ama parlak mavi bir gökyüzü altında, adı insanın içini ürperten Denali Geçidi’nden solo bir iniş yapmanın mutluluğunu benden almalarına kesinlikle izin vermeyecektim.
10 Temmuz 2010
Anchorage
Epilog:
Bu olaydan bir yıl sonra Denali’ye aynı rotadan solo çıkış yaptım. Zirveden dönerken bu iki korucudan biriyle (daha kibirli olanıyla) karşılaştım. Motosiklet Tepesi’nden (Motorcycle Hill) den aşağıya iniyordum ve 3400 metre civarında bir yükseklikteydim. Bana Yüksek Kampta kaybolan “Alman adamı” görüp görmediğimi sordu. Onu düzelttim, “orada bir Alman adam yok, Yüksek Kamp’ta tanıştığım bir Avusturyalı dağ rehberi var” dedim. Daha sonra korucuyu tanıdım: “Geçen yıl beni durduran sizdiniz” dedim. Utangaç bir biçimde bir şeyler mırıldandı. Zafer kazanmış, alaycı bir edayla, bu sefer beni durduramayacaklarını söyledim: “Çünkü zirveden geliyorum.” Süklüm püklüm bir halde “geçen yıl partneriniz tarafından terkedilmiştiniz” dedi. “Terk edilmiş!?” sözü dudaklarımın arasından ıslık gibi çıktı. Keyifle ve yüzümde alaycı bir gülümsemeyle Ana Kamp’a doğru inişe geçtim.